1914 yılının temmuz ayı… Osmanlı Deniz Kuvvetleri’ni temsilen Rauf Bey’in (Orbay) önderliğinde Reşit Paşa vapuruna binen 1200 kişilik heyet, İngiltere’den satın alınan savaş gemilerimizi alıp İstanbul’a getirmek için Newcastle’a doğru hareket eder. Heyet, vatandaştan toplanan bağışlarla 4 milyon poundluk ücreti tastamam ödenmiş HMS Agincourt ve HMS Erin zırhlılarını göndermekte pürüzler çıkaran İngilizleri ikna etme niyetindedir. Gemilerin isimleri bile hazırdır: Sultan Osman ve Reşadiye. Biri 204, diğeri 170 metre boyundaki dev savaş gemileri, o dönemin en gelişmiş dretnotlarıdır. İngiltere’ye ulaşan Osmanlı heyeti ne kadar dil döktüyse de muhataplarını ikna etmeyi başaramaz. Birinci Dünya Savaşı öncesi gergin ortamı bahane eden İngiltere gemilere el koymuş, paraların da üzerine yatmıştır. Reşit Paşa vapuru Newcastle’dan İstanbul’a eli boş döner.
Hava Haber – Özel
Yıl 1915… Çanakkale Boğazı önüne 103 parça gemiyle gelen İngiliz ve Fransız donanması, 18 Mart saldırısından hezimetle çıkınca, ‘denizden top desteğiyle kara savaşları’ kararı alır. İtilaf kuvvetleri çıkarma harekatıyla Türk askerlerine saldırırken ilginç şeyler olmaktadır. Devrin en etkili savaş gemisi Queen Elizabeth, 18 km uzaktaki hedefi vurabilen 38 cm çaplı 8 adet topuyla Ege Denizi tarafındaki Arıburnu-Kabatepe sahiline yerleşmiştir. Ve aşırtma atışlarla boğazın iç tarafında, Eceabat’ın kuzeyinde bekleyen Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlılarımızı vurmaktadır. Queen Elizabeth’in Ege’den gönderdiği top mermileri bazen Çanakkale’ye bile düşmektedir. Bu arada Çanakkale zaten, boğaz girişine yerleşmiş Agamemnon zırhlısının 12 km’den attığı topların gümbürtüsüyle inlemektedir.
79 YIL ÖNCE YAPMIŞTIK
Yıl 1936… Genç cumhuriyet döneminde yaptığı tren yollarıyla nam salmış çılgın işadamı Nuri Demirağ, “Göklerine hakim olamayan milletler yerde sürünmeye mahkumdur” diyerek, o devrin en iyi uçaklarından onlarcasını kendi kurduğu fabrikada üretmeyi başarır. 5,5 km irtifada saatte 270 km hıza ulaşan uçaklar Amerikan ve İngiliz havacılık lobisinin dikkatini çeker. Devrin hükümet üyeleriyle ‘temas’ kurmak için Türkiye’ye heyet gönderirler. Temaslar kısa zamanda sonuç verir. Daha önce Nuri Demirağ’ın fabrikasına 10 tane eğitim uçağı, 65 tane de planör sipariş etmiş olan Türk Hava Kuvvetleri, bu siparişleri birdenbire iptal eder. Uçaklar Demirağ’ın elinde kalır, ne kadar çabaladıysa sonuç vermez, fabrika kapanır.
ÇARESİZLİĞİN RESMİDİR
Yıl 1939… Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında şiddetle karşı çıktığı ‘Çakmak Hattı’nı, Almanya’dan gelebilecek tehlikeye karşı İkinci Dünya Savaşı’nden hemen önce yaptırmaya başlar. Marmara ile Karadeniz arasını tahkim etmek için Çatalca’da yapılan ve aslında bir bakıma çaresizliğin göstergesi olan hat, çimento ve demir yetersizliğinden ötürü yarım kalır.
KENDİ GEMİMİZİ BATIRDIK
Yıl 1974… Rum EOKA çetelerince katledilmekte olan Kıbrıs Türklerini kurtarmak amacıyla Ada’ya 20 Temmuz’da başlatılan harekat esnasında bir facia yaşanır. Donanma gemileriyle savaş uçakları arasında haberleşmeyi sağlayan sistemlerin bulunmamasından ötürü, Türk uçakları denizin ortasında Türk muhripleriyle savaşır. Kocatepe gemisi dost ateşiyle aldığı hasar sonucu batar, 67 denizci şehit olur. Hasar gören diğer iki gemi ise hızla limana çekilerek batmaktan son anda kurtarılır. Amerikan ambargosundan ötürü sahip olduğu uçakları kaldırmakta da sıkıntılar yaşayan Türkiye, askeri haberleşme sistemlerinin üretimine karar verir. Böylece ASELSAN ortaya çıkar.
O ESKİ TÜRKİYE YOK!
Yukarıdaki örnekler, tarihi çaresizliklerimizin yolaçtığı acı tecrübelerden yalnızca birkaçı. Türkiye, kendi silah teknolojisine yeterince önem vermemenin bedelini yüzyıllardır trajik biçimde ödedi. Fakat ülkemizin bugün ulaştığı nokta, o eski günlerdekinden çok farklı. ABD’nin hurdaya çıkmış gemilerine el açan, modası çoktan geçmiş tankları yüz milyonlarca dolar ödeyerek İsrail’e ‘modernize’ ettiren ülke yok artık. 2002 sonrası tek parti iktidarıyla birlikte birçok alanda yaşanan şahlanış, en çok da savunma sanayiini etkiledi. Savaş araçlarının ‘yerli sektör ve milli imkanlarla üretimi’ yolunda sergilenen irade, aradan geçen 13 yılda çarpıcı sonuçlar verdi.
SAVUNMA SANAYİİ COŞTU
13 yıl önce askeri ihtiyaçların yerli imkanlarla karşılanma oranı yüzde 25 iken bu oran bugün yüzde 60’ı geçti. Türkiye, savaş malzemesinin çoğunu artık kendisi üretiyor. 2002 yılında 1 milyar dolar seviyesindeki savunma sanayii üretimi, 2015’e gelindiğinde 5 kat artış göstererek 5 milyar doları aştı. Savunma sektörünün toplam ihracatı ise 2 milyar dolar düzeylerine geldi. Rakamlar katlanarak artış gösterme yolunda. Zira savunma şirketlerinin bu yıl aldıkları siparişlerin toplamı 11 milyar doları aşıyor. Bu siparişlerin önemli bir kısmını ihraç ürünleri oluşturuyor. Sektör son 5 yıldır, senede ortalama yüzde 21 oranında büyüyor.
MİLLİ DEVRİME BAŞLARKEN
Her vatansevere umut veren bu tabloya kolay gelinmedi. Dünyadaki mazlum milletlerin yegane umudu haline gelen Türkiye, sergilediği performans eğer sabotajlarla kesintiye uğramazsa, yakında bölgesini de dönüştürme gücüne erişecek. Bu güç elbette, dost için güven düşman için korku unsuru ‘kılıç’tan geliyor. Yani silahlar… Savunma sanayiinde yerli devrimin ardından ortaya çıkan teknoloji harikası ürünleri masaya yatırdığımız bu geniş dosyamızda, bu toprağın insanının emeği ve alınteriyle neleri başardığına şahit olacağız. İşte Türkiye’nin milli silahları…
ANKA – Bulutların üzerinde yerli ve silahlı